Emirgan
Emirgan, Sarıyer(http://www.degisti.com/index.php/archives/2612) ilçesine bağlı olup; İstinye ile Baltalimanı arasında bulunan bir semttir. Bu semt geçmişte Emirgan köy yerleşmesi ile birlikte günümüzde ayrı semtler olan Boyacıköy, Baltalimanı ve Reşit Paşa’yı da kapsamıştır. Ancak nüfusun artması, bu yerleşimleri başlı başına bir semt haline dönüştürmüştür.
Emirgan çok eski bir yerleşim bölgesi değildir. Antik çağla ilgili herhangi bir bulguya rastlanmamıştır. Ancak Bizans döneminde isminin ” Kiparodis ” olduğu, bu kelimenin de Rumca’da ” serviler ” anlamına geldiği bilinmektedir. Bu adın verilmesinin sebebi ise yörenin o dönemde servi ormanları ile kaplı olmasıdır. Emirgan, İstanbul’un fethinden sonra yüzyıl boyunca boş kalmış; rağbet görmemiştir. Emirgan’da yerleşim 16. yüzyılın ortalarında, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın nişancılarından Feridun Bey‘e bu büyük alanın hediye edilmesiyle başlamıştır. O dönemde korusuyla birlikte tüm Emirgan bu şahsa aittir. Önceleri bir yazlık köşk ve müştemilatı yapılmış. Bunları bir av köşkü ve bahçeler takip etmiş. Böylelikle semt iskan edilmeye başlamıştır. Bu bahçeler güzelliğiyle ünlenmiş ve Feridun Bey Bahçeleri diye anılır olmuş. 16. yüzyılın Feridun Bey Bahçeleri ise 21. yüzyılın Emirgan Korusu’dur.
Emirgan, bir kişinin adının bozulmuş; şeklidir. 17. yüzyılda IV. Murat, İran seferinden geri dönerken beraberinde getirdiği, Emirguneoğlu Tahmasb Kulu Han’a Boğaziçi’nin bu güzel kıyılarını ve üzerindeki koruyu hediye etmiştir. IV. Murat’ın onun adını “ Yusuf Paşa “ olarak değiştirmesine rağmen İstanbul halkı Yusuf paşa’ya Emuri Kun adını takmıştır. Pek de edepli olmayan bu lakabı ise tarihçiler, Emir Gune, Emirgüneoğlu şekillerine çevirmiştir. Giderek bu isim halk arasında Emirgan olarak kullanılmaya başlamıştır. IV. Murat’ın ölümünden sonra ise Yusuf Paşa tam da firar etme hazırlıklarına başlamışken; tahta geçen Sultan İbrahim’in emri ile idam edilmiştir. Bu arada İstanbul’da ilk iş olarak “arkadaşı” Sultan Murat’ın buyruğu ile kendine kıyıda bir saray yaptırtan Yusuf Paşa’nın, sarayının yerinde ise günümüzde Emirgan Camiisi bulunmaktadır.
Padişah İbrahim’in oğlu, IV. Mehmet ( Avcı Mehmet )döneminde ise bu bölge, Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa‘ya tahsis edilir. Ancak Paşa Viyana’yı fethedemeyince idam edilir. Emirgan, Sultan III. Ahmet döneminde Şeyhülislam Mirza Mustafa Efendi‘ye, daha sonra oğlu Mehmet Salim Efendi‘ye I. Mahmut döneminde ise, Şeyhülislam Vassaf Abdullah Efendi‘ye verilir. Vefatı sonucunda oğluna, daha sonra da Mehmet Saif Efendi‘ye geçer.
Padişah I. Abdülhamit dönemine gelindiğinde ise onun emriyle bölgenin bir kısmı, bir imarete bağışlanmıştır. Geriye kalan, büyük bölümse parsellenerek, buraya yerleşmek isteyen halka satılmıştır. I. Abdülhamit, 1779-1780 yılları arasında buraya camii, meydan çeşmesi, hamam ve çok sayıda dükkan yaptırmıştır. Rumelihisarı’nda bulunan gümrüğü de buraya taşıtır. Semt, III. Selim zamanında daha da önem kazanır.
II. Mahmut dönemi Bostancıbaşı Defteri’ne göre Emirgan’da zimmet halifesi, defterdar, gümrükçü, kadı, surre emini, müderris gibi pek çok devlet erkanı oturmaktaydı. Ayrıca burada bir Nakşibendi dergahının da bulunduğu yine kayıtlarda yer almaktadır. Yine bu dönemde Emirgan’ın İstinye ile sınırını belirleyen ve Tokmak Burnu diye anılan bölge ise “ tokmak ” denilen korsanların sığındığı bir yer olmuştur.
Sultan Abdülmecit döneminde, camii yanına Muvakkithane ve camii için su deposu inşaa edilmesiyle Emirgan’ın gelişmesi biraz daha ilerleme göstermiştir. Padişah Abdülaziz döneminde yani XIX. yüzyılın ortalarında Emirgan’ın tapu ve harita kayıtlarında ise Hidiv İsmail Paşa’nın adı ön plandadır.
Emirgan’a 1933 – 1934 yılları arasında Boyacıköy ile birlikte ” Uluköy ” adı verilmiş, bir ara ” Mirgün ” olarak anılmıştır. Bu nedenle iskelesine de “ Mirgün İskelesi ” denilirmiş. Fakat bu isimler halk arasında tutmadığı için bölgenin adı ” Emirgan ” olarak kalmıştır.1956 – 1960 yılları arasında İstanbul imar hareketleri çerçevesinde açılan ” Boğaz sahil yolu ” Emirgan’dan da geçirilmiştir. Denizin doldurulmasından sonra, iskele yeniden inşaa edilmiştir.
Günümüzde Emirgan, meşhur korusunun dışında, çay bahçeleri ve sahildeki gezinti yolu ile Boğaziçi’nin güzel semtlerindendir. Çınar ağaçlarının altına kurulduğu için aynı isimle anılan Çınaraltı çay bahçesi, semtin simge yerlerindendir. 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında tanınmış edebiyatçıların sohbet ettiği bir yer olmuş; bir edebiyat dergisine de adını vermiştir. Günümüzde ise Çınaraltı çay bahçeleri, edebi özelliğinden çok turistik yönü ile insanları kendine çeken bir yerdir. Emirgan’da, sahil boyunca yer alan çoğu 1950’ler sonrasında yapılmış olan yalılardan başka, elçilik binaları, Sakıp Sabancı Müzesi ve Şerifler Yalı’sı bulunmaktadır. Semtin tarihinin önemli bir parçası olan, Emirgan Camii ( http://www.degisti.com/index.php/archives/4697 )
) ile Emirgan Çeşmesi (http://www.degisti.com/index.php/archives/1591 ) ise günümüzde yerini muhafaza etmektedir.
Kaynakça:
Aysu, Çiğdem, “Emirgan”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 3, İst. 1994, s.168,169
H.Hürel, Semtleri, Mahalleleri, Caddeleri ve Sokaklarıyla A’dan Z’ye İstanbul’un Ansiklopedik Öyküsü, İstanbul 2010, s.258
İsmail Özkahraman
Emirgan İstanbul dışında olanların bile, İstanbul’dan bir semt söyle denilse adını söyleyecekleri semtler arasındadır diye düşünüyorum. Neden derseniz, cevabım hemen hemen tüm sosyal kesimleri biraraya getiren bir semt olmasıdır derim.Buna yabancılar da dahildir.Sadece diplomatik kuruluşları değil bu semti tercih eden tüm yabancıları da bu çerçevede düşünebiliriz.Kaldı ki,kıyıda olta atanlar,yürüyüşe çıkanlar-ki Bebek-Emirgan rotası sevilen bir güzergahtır-,banklarda oturanlar..Daha ne olsun.Ama çay içmeye gelenler geçmişe göre azaldı sanırım.Bunun nedeni de,işletme anlayışının değişmesi.Artık eski tip kahvehane modeli sizlere ömür.Şimdilerde cafe,pastane,tatlıcı ve lokanta karışımı mekanlar var.
Kabataş Lisesinde Halis Erginer isimli bir edebiyat öğretmenimiz vardı.Şişman,kısa boylu ve çelebi bir kişiliği vardı.Aruz vezniyle yazan bir şairdi.Kendisine benzer özellikleri olan ama çok tanınan ve sevilen büyük bir şairin,Yahya Kemal Beyatlı’nın dostuydu.Birçoğunuza tuhaf gelebilir ama Yahya Kemal 1958’de vefat ettiğinde basılmış bir eseri yoktu.Halis hocamız,İstanbul’un fethinin 500.yılını kutlamak üzere kurulan İstanbul Fetih Cemiyeti’nin bünyesinde kurulan Yahya Kemal Enstitüsü’nün yönetiminde de yeralarak aziz dostunun eserlerinin basımına da katkı sağlamıştır.
1.Abdülhamit tarafından yaptırılan Emirgan Camii’nin bitişiğinde tarihi bir çınar vardı.Aslında çınarlar demek gerekir.Çünkü o dönemde dört çınar ağacı varmış.1850’lere kadar uzanan bir geçmişe sahip Çınaraltı Kahvesi’nde, çay içmek kadar ilgi çeken edebiyat sohbetleri yapılırdı.1960’lara kadar devam eden bu sohbetlere;İsmail Hakkı Uzunçarşılı,Behçet Kemal Çağlar,Behçet Necatigil,Fuad Köprülü,Halis Erginer,Faruk Nafiz Çamlıbel ve 1950-1960 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı yapan Celal Bayar beyefendi gibi seçkin isimler bulunuyordu.
Yahya Kemal,’Hüzün ve Hatıra’başlıklı şiirinde bu kahveden sözeder:
‘Gurbette duyduğum sonu gelmez hüzünleri/Yaprakların döküldüğü hicranlı günleri/Andım birer birer,acıdım kendi halime/Tenha Emirgan’ın Çınaraltı’nda kahvesi/Poyrazla söyleşir gibi yaprakların sesi’.
Kahvenin bitişinde müze olmadan önce Atlı Köşk denilen yerle Emirgan Korusu bir dönem yerli filmler için doğal bir film çekim alanı oldu.Emirgan Korusu sadece yemek,çay gibi ihtiyaçlar için değil ağaç türlerinin zenginliğiyle de dikkat çeker.Bakımlı ve sevilen bir yerdir.Bir doğasever olarak korudaki ağaçların altına, özellikle çocukların eğitimi için ağaç isimlerini gösterir türkçe ve latince yazılmış levha konulmasını Büyükşehir Belediyesi’nden bekliyorum.
Emirgan ve Boğaz deyince erguvansız olmaz ama bu muhteşem bitkiye de umarım ilkbahar biraz daha yaklaşınca değiniriz.Hayatınızdan, mavi ve yeşil yani deniz ve ağaç/orman eksik olmaasın derim.
İsmail ÖZKAHRAMAN