Ahi Çelebi Camii
Eminönü’nden Unkapanı’na giderken Haliç kıyısında, İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin yanında, etrafını çevreleyen otoparkın ardına gizlenmiş küçük bir cami durur. O camii ki Evliya Çelebi’nin cihan- alem’i gezmesine vesile olan camiden başkası değildir.
Henüz 19 yaşındayken Evliya Çelebi rüyasında caminin içine girdiği zaman evliyalar, peygamberler ve sahabelerin önde gelenlerinin sabah namazını cemaatle kılmak için toplandıklarını, bu cemaate imamlığı ise Peygamberimizin (s.a.v) yaptığını görür. Çelebi namazını kılar, Peygamberimizin (s.a.v) yanına gider, elini öper, heyecan içindedir ve bu heyecandan olsa gerek “Şefaat Ya Resulullah” diyeceği yerde dili sürçer, “Seyahat “ deyiverir. Tebessüm içinde Evliya Çelebi’ye bakan Peygamberimiz (s.a.v):“Şefaatin de, seyahatin de oldu, her ikisi de mübarek olsun”der. Böylece 52 yıl süren cihan yolculuğuna başlar Çelebi, hem gezer, hem yazar…
Şimdi, Ahi Çelebi Camii’ne kulak verelim. Onu, ondan dinleyelim:
Adım bazı kaynaklarda Yemişçiler, Kanlı Fırın, Yoğurtçular gibi isimlerle anılsa da kulak asmayın ben, banimin adını taşırım. Ahi Çelebi denen muhterem zattır beni yaptıran. Kendisi II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim padişah efendilerimiz döneminde hekimbaşılık yapmıştır, böbrek ve idrar kesesi taşlarına ilişkin yazmış olduğu “Risale-i Hasadü’l Kilye Ve’l Mesane” adlı yapıtı uzun süre hekimlerin başvuru kitabı olmuştur.Tam inşa tarihimle ilgili farklı düşünceler olsa da 1499 yılı yaygın olarak kabul edilir.
Eski günlerime dair hatırladığım ilk tarih 14 Eylül 1510 günü. O gün, şehr-i İstanbul’da tam 45 gün süren ve adına sonraları “Küçük Kıyamet” denilen depremin başlangıcıydı. Genç yaşta toza toprağa bulanıp yok olacağım derken hasarlarla atlattım bu felaketi. Mimar Hayrettin’in kontrolünde onarım çalışmalarım tamamlansa da kesin bir belge bulamayacaksınızdır.İlk tasarımım ise muhtemelen Mimar Ayas dönemine denk gelmektedir. Onu hatırlamasam da büyük usta, ustaların ustası Mimar Sinan’ı hatırlarım. Zira Sinan, beni tamir etmiştir ki bu bilgi, 953 / 1546 tarihli “ İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri”nde de yer almıştır.Yangınlardan da nasibimi aldım fazlasıyla. Gerek 2 Temmuz 1539, gerek 16 Mayıs 1653 tarihli yangınlarda bir hayli hasar gördüm, 8 Temmuz 1795 Hasır İskelesi yangınıysa en beteriydi. Unutmadan 1894 depreminden de bir hayli zarar gördüm. Deniz kenarında ve çukurda olmamdan dolayı da sürekli su baskınları yaşadım.1980’li yıllarda Haliç’teki çevre düzenlemesi ve yeni Galata Köprüsü inşaat çalışmaları sırasında hasar görerek denize doğru çökmeye başladım. Güvenli olmadığım gerekçesiyle de ibadete kapatıldım.
O yıllardan sonra adeta kaderime terk edildim ve 5 asra şehitlik yapan bendenizin çinileri çalındı, duvar ve tavan süslemelerim ise rutubetten döküldü. Kanlı gözyaşı dökmenin ne demek olduğunu o günlerde öğrendim. 1990’da Vakıflar İdaresi tarafından yeniden tamir görmek üzere sıvalarımdan sıyrıldım, kubbemin kurşunları söküldü ancak restorasyonu yapacak firma tarafından dış sıvalarım söküldüğünde görüldü ki, taşlarım âdeta erimişti. Bu haliyle restore edilseydim bile, çok kısa bir süre sonra yeniden tamire muhtaç hale geleceğim için restorasyonuma başlanamadı. Yıllarca bekledim. Birilerinin benim için bir şeyler yapmasını. Yıl 2000 olmuştu, yeni bir asır daha görüyordu bu gözler ve Kasım ayında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün harekete geçmesiyle kayan zeminim, 360 adet40 metreboyunda1,2 metreçapında beton kazıklar ile desteklendi. Bu çalışmanın ardından 2 yıl boyunca düzenli olarak zeminimde kayma olup olmadığı kontrol edildi. Ve kaymanın durduğunun tesbiti üzerine Anıtlar Kurulu’nun da izniyle restorasyon çalışmalarıma başlandı.
Yıkılan minarem aslına uygun olarak yeniden inşa edilirken, kubbe ve duvarlarım sağlamlaştırıldı. Yazı ve süslemelerim yeniden yapıldı ve nihayetinde 2006 yılında ibadete açıldım. Sevincim değerdi görmeye.
Ne var ki bitmedi çilem her yağan şiddetli yağmurla sularla dolup taştım. Şimdilerde bir daha su baskını yaşmamam için drenaj çalışması yapılıyor. Çalışmalar tamamlanınca zemindeki yağmur suyu bana ulaşmadan alınacak ve artık su basmayacak. Denize doğru kayma olduğu da tespit edildiği için, zarar görmemem amacıyla kıyı bandında çelik kazık çakılacak. Tahmin edeceğiniz gibi ağzım kulaklarımda…
Mimari özelliklerime gelince; moloz, taş ve tuğla sıraları ile inşa edilmişim. Basık tek kubbem ana mekanımı çevrelerken, kare şeklindeki kubbe kasnağımı da çepeçevre bir demir çevreler.
Kuzey yönümde ise çift kuruluşlu ve 6 kubbeli bir son cemaat yerim bulunmaktadır. Buraya açılan giriş kapım, Bursa kemerli, mermerden ve basittir. Ortada iki, yanlarda duvar içine gömülü on kalın ayak üzerine oturan altı alçak kubbeden oluşan bu bölümümde, ortadaki ayaklarıma hafif sivri kemerler basmaktadır. Burada kemer başlangıçlarımın neredeyse ayaklarımdan sıfır olarak başlaması görenlerin dikkatinden kaçmaz. Bu da zeminimin sürekli su ile dolarak ayaklarımın bir kısmını toprak altında bırakması nedeniyledir.
Kare biçimindeki ana mekanıma girişi sağlayan kapım, tam ortadan yuvarlak kemerli ve mermer sövelidir. Burada kubbem, yanlarda bulunan ikişer kemerle kalın ayaklarıma dayanır. Bu ikişer kemer, kubbemin yükünü ana duvarlara yaymak amacıyla yapılmıştır. Kemerlerin dış tarafında ise gayet alçak iki tonozun örttüğü yan dehlizlerim dikkat çeker.Kubbeme geçiş pandantiflerle sağlanmış olup, kubbemin bu derin görüntüsüne rağmen, duvarlarımın kısa oluşundan da orijinalliğimi kaybettiğimi anlarsınız.
Dış cephelerimde sivri kemerlerle sağlanan bölünmeleri fark edersiniz hemen. Son Cemaat Yeri cephesine baktığınızda sağ ve sol yanımda yer alan dikdörtgen çerçeveli, demir şebekeli ikişer penceremin büyük sivri kemerler içerisinde yer aldığını da görürsünüz. Aynı şekilde giriş kapım da sivri kemer içine alınmıştır.Pencerelerimin yerleşim şekline baktığınızda düzensiz bir görüntüyle karşılaşırsınız. Sağ ve sol genişletme kısımlarımdaki pencerelerim karşılıklı değildir.
Mihrap duvarımdaki 1.sıra pencerelerim bir hayli yüksek olup 2 tanedir. 2.sıra pencerelerim yine büyük, sivri kemer içine alınmış ve 3 tanedir. Karşısındaki duvarımda da aynı şekilde büyük sivri kemer içine alınmış 3 pencerem mevcuttur. Batı ve doğu cephelerimdeki ana kemer içlerinde ise 4’er pencerem bulunur.
Kaidesi ve ayakları kesme taştan olan tek şerefeli minaremin içerideki kapısı yüksekte olduğundan ahşap bir merdivenle ulaşılır. Sağdaki ilave yapı üzerinde bulunan çeşmemin kitabesi ise 1281/1864 tarihlidir.
İşte böyle, bendeniz Ahi Çelebi mimari açıdan kayda değer bir güzelliğim olmasa da, tarihi açıdan önem arz ederim, ki bu bendenizin en büyük gurur vesilesidir.
Yazar: Ayfer İlter
Adminden Not: İlginç bir anlatımı olan, güzel bir yazı olmuş. Ayfer’cim emeğine sağlık…
ayfer
Son sınıfta monografi dersi ödevim olan bu caminin ben de ayrı bir yeri vardır. Yıllar sonra bu caminin restore edilmiş halini görmek bir nebze de olsa su serpti yüreğime…