Kasımpaşa Piyale Paşa Camii
Kanuni Sultan Süleyman’ın hüküm sürdüğü 1500’lerin ortalarında artan nüfusu daha rahat koşullarda barındırma ihtiyacı hasıl olunca tez elden veziri Kasım Paşa’yı çağırır Sultan Süleyman. Sultanın emriyle işe koyulan Kasım Paşa, şimdilerin Kasımpaşasını cami ve muhtelif binalar yaptırarak imar ettirir. Bizans’ın Pegai’si o günden sonra Kasımpaşa’dır artık.
Kısa bir süre sonra Kasımpaşa’nın arkasında kalan deniz kıyısı olan vadi de yerleşime açılmak istenir. İlk adım ise burada bir külliye inşa edilmesi olur. Bu görev de Piyale Mehmet Paşa’ya verilir.
Piyale Paşa da elbet sarayın baş mimarını yani Mimar Sinan’ı görevlendirir. Gelin görün ki Sinan, pek bir meşguldür o vakitler zira sık sık Edirne’ye gitmekte Sultan Selim adına yaptırılan muhteşem Selimiye Camisinin inşası için çalışmaktadır. Bu nedenledir ki Sinan kadar belki de daha fazla yanında çalışan mimarların da katkısı büyük olur bu külliyenin yapımında.
Sinan’ın o dönemdeki eserlerine bakıldığında bu caminin farklılığı hemen çeker dikkatleri ve bundan dolayı da camiyi Sinan’ın gözetiminde bir kalfasının yapmış olabileceği hatta bu kimsenin Osmanlı mimarisiyle ilgisi olmayan Batı’dan gelmiş bir mimar olabileceği de ileri sürülen görüşler arasında alır yerini.
Kanuni’nin ömrü vefa etmez ve külliye onun ölümünden ancak 7 yıl sonra 1573’de oğlunun saltanatı sırasında, Selimiye’den önce tamamlanır. Cami, Sıbyan mektebi, hamam, sebil, tekke, türbe ve çarşıdan meydana gelen bu külliyeden günümüze yalnızca cami ve türbe ulaşabilmiş.
Caminin banisi Piyale Paşa, 14 yıl Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kaptan-ı Deryalık yapmış ve önemli zaferler kazanmış bir denizcidir aslında. Tuna kıyısında Tolna’da dünyaya gelen Piyale Mehmet, yine Tuna kıyısında Macar Kralı Layoş’ un 1526’da Kanuni’ye yenildiği Mohaç Savaşı’ndan sonra saraya girer. Öteki devşirmelerle birlikte Enderun’da yetiştirilse de babasının adının Abdurrahman olduğu da söylenir ki bu durumda da devşirilmemiş oluyor!
Piyale Mehmet, önce 1547’de saraya Kapıcıbaşı, sonra Sinan Paşa’nın 1554’te vefatı üzerine donanmaya Kaptan-ı Derya olur. 1553 baharında Turgut Reis ile beraber, 60 parçalık bir donanma ile Akdeniz’e yelken açar. Bu sefer de İtalya kıyılarından epey kale alınır.
1556 yılında 150 parçalık büyük donanma ile Akdeniz’e açılan Piyale Paşa, İspanyolların elinde bulunan Mayorka Adasını ele geçirir ve İstanbul’a büyük ganimetler ile döner, 14 Mayıs 1560 tarihinde Haçlı Donanmasına karşı Cerbe Deniz Zaferini kazanarak, Akdeniz’de Türk hakimiyetini bir güzel sağlamlaştırır. Ve Sultan Süleyman bu başarılı denizciyi Cezayir Beylerbeyliği’ne getiriverir. Bu kadarla da kalmaz torunu, Selim’in kızı, Gevher Sultan’la evlendirir.
Kanuni öldükten sonra kayınpederi II. Selim tarafından Kaptan-ı Deryalıktan alınan Piyale Paşa üçüncü vezir yapılır. 1570’te Kıbrıs’ın alınmasına katılır. Yerine getirilen Müezzinzade Ali Paşa komutasındaki donanmanın 1571’de İnebahtı’da yenilgiye uğraması derinden sarsar Paşa’yı aynı yıl ikinci vezirliğe yükselir ve bu görevindeyken 1578’de hayata gözlerini yumar.
Piyale Paşa bu camiden başka Piyale Mescidi’ni, Çanakkale’de bir camii ve fethettiği Sakız adasında bir cami ve hamamı ve İstanbul Mercan Çarşısı’nda bir sebil ve mektep binası daha yaptırmış.
Külliye 1573’de tamamlanır tamamlanmasına da kimse gelip yerleşmez etrafına yerleşenler de kısa bir sürede mahalleyi bırakıp gider. Sebebi de yapının bulunduğu sokağın adında gizli adeta: “Sel Sokağı”. Şimdilerde Şişli’den Kasımpaşa’ya inen ve Piyale Paşa’nın adını taşıyan bulvar sabah akşam yoğun bir trafikle cebelleşirken o dönemde sel sularına teslim olurmuş her yağış sonrası. Bunu bilen Piyale Paşa’da Külliyenin yerinde olan tersanesinden Haliç’e Piripaşa Deresi’ni ıslah ettirerek kanal olarak kullanılmasını sağlamış. Ne var ki Piyale Paşa’dan sonra derenin bakımı yapılmayınca sel bir kez daha kaçınılmaz olmuş…
Üç yandan kapısı olan geniş bir avluda yer alan cami, 54,6 x 45 m bir alanı kaplayan altı eşit kubbeli bir yapı olup, mihrap ekseni üzerinde girişin tam ortasında minare yükselir ki bu görünümle minare, bir geminin güvertesinden yükselen direk gibidir adeta. Bu da Piyale Paşa’nın denizci kimliğine göndermeden başka bir şey değildir kuşkusuz. İki katlı yan revaklar da dikkat çeken diğer bir detay. İlk yapıldığı yıllarda Haliç ten bir kanalla kayıklar camiye kadar gelebiliyormuş bu revaklarda o amaca uygun düşünülmüş. Sonradan kanal kapanmış.
Düz çatılı çift son cemaat yerine sahip caminin cephesinde baklava başlıklı 22 mermer sütunlu ilk son cemaat yerini görmekteyiz. Buradan geçerek ulaştığımız asıl son cemaat yeri, altı paye ile üç bölüme ayrılmış ve her iki yanı da büyük sivri bir kemerle açılmış. Üç kemerle dışa açılan yan kapılar iki sütuna dayanmakta.
İçeride iki orta sütun ve duvarlardaki gizli payeler altı kubbeyi taşımakta. Yanlardaki tonozlu mekanlar sivri kemerlerle açılmış. Caminin üç sıra halinde tasarlanmış pencere açıklıklarının, yapının aydınlık görüntüsünde etkisi büyük.
Caminin bitkisel motifli İznik çinileriyle kaplı mihrabı ve kubbeyi taşıyan kemer çerçevenin üzerindeki çini ayet kuşağı, caminin mimari estetiğine ayrı bir renk katmış. Bu ayet kuşağının yazıları Çerkez Hasan Çelebi’nin eseri. Mihrabın süslemelerine karşın mermer minber ise son derece yalın olup, yalnız taht kısmının sütunları ve kemerleri iki renkli taşlarla geçmeli olarak yapılmış.
Mihrap duvarı pencere alınlıklarında, kapıların üstlerinde ve mahfil korkuluklarında çok renkli kalem işleri de dikkat çekmekte.
Yapıldığı dönemde İznik çini atölyelerinde özel olarak hazırlanan çinilerle mihrap ve kemerli pencere alınlıkları süslenmiş, güney ve batı duvarları çini bordürlerle donatılarak cami adeta bir renk ve çiçek bahçesi haline getirilmiş. Ancak 19. yy ortalarında bir kısım çini kaybolmuş. Bu dönemde camiden çalınan çiniler bugün Paris Louvre Müzesi, Berlin Devlet Müzesi, Viyana Geleneksel Sanatlar Müzesi ve Lizbon´da Gülbenkyan Vakfı Müzesi´nde “Piyale Paşa Camii´ne aittir.” etiketleri ile sergilenmekte ne yazık ki…
1998 yılı Ocak ayında gece geç saatlerde, demir kapıyı sökerek, aşağıya sarkıttıkları iple camiye giren hırsızlar, caminin bazı çinileriyle birlikte ortadan kaybolmuşlar. İki sene sonra da cami cemaatinin aralarında topladıkları parayla Kütahya’da İznik çinileri üreten bir firmaya yeni çiniler yaptırılmış. Ancak gidenin yerini tutması mümkün değil elbet.
Güneydeki hazirede bulunan Piyale Paşa’nın türbesi, kesme taştan sekizgen biçiminde kubbeli bir yapı olarak inşa edilmiş. Kitabesi bulunmayan türbede üç sanduka ile on mermer lahit dikkat çekmekte. Piyale Paşa burada eşi Gevher Sultan ve yedisi oğlan, dördü kız 11 çocuğuyla yatıyor…
2005 yılı Haziranında restorasyonuna başlanan cami, 2007 Eylül sonunda tamamlanarak yeniden ibadete açılmış. Bu restorasyon sırasında önde görülen mermer şadırvan dönemin mimarisine uygun planda yeniden yapılmış, kubbedeki kurşun levhalar değiştirilmiş, cami içindeki çiniler aslına uygun tamir edilirken caminin tümü de elden geçirilmiş.
1955 yılında külliye bahçesine yapılan kaçak yapıların da yakın zamanda kaldırılmasıyla bu nadide eser bütün güzelliğiyle ortaya çıkmış.
Bir adı da Tersane Camii olan Piyale Paşa’nın adeta gemiyi andıran bu camisini görmek isterseniz Metrobüs’ü kullanabilirsiniz. Darülaceze durağında indiğinizde karşınızda gördüğünüz Perpa’yı geçtikten sonra yolun hemen sağında da onu görürsünüz usulca selamlar sizi, bir denizci edasıyla…
Yazar: Ayfer İlter
Kaynakça:
O. Aslanapa, Mimar Sinan’ın Hayatı ve Eserleri, Ankara 1988, s. 125-129
Linkler:
İBB Web Sitesi
Beyoğlu Müftülüğü Web sitesi
Beyoğlubeyoğlu.com
Sinanasaygı.org
Arkitera.com
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr
Özkan Mustafa Küçükkural
Bendeniz 42 senedir atalarım yüzlerce yıldır Kasımpaşa-Piyalepaşa’da ikamet etmekteyiz.Yazınız çok hoş ve bilgilendirici. Sdece şunu eklemek isterim: restorasyon sırasında avlu girişinde bulunan gecekondu parası verilerek alındı ve yıkıldı. Yıkımdan sonra anlaşıldı ki altında orijinal çeşme varmış. Hangi zihniyet, dine veya inanca sahip bir insan 500 yıllık bir cami çeşmesinin üzerine gizlice bir gecekondu yapar? Allah aşkına biri bana açıklasın.