Surp Kevork Ermeni Kilisesi
Surp Kevork Ermeni Kilisesi, Samatya’da(http://www.degisti.com/index.php/archives/2722) Marmara Caddesi üzerinde yer alır. XI. yüzyıla ait olan kilise, burada bulunan ayazmadan dolayı “Sulu Manastır” olarak da bilinmektedir. İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet’in Samatya’ya yerleştirilen Ermeni cemaatine patrikhane kilisesi olarak hediye ettiği kilise, 1461 – 1644 arasında Ermeni Patrikliği olarak hizmet vermiştir.
Surp Kevork Kilisesi, Karaköy’deki Surp Kirkor Lusavoric Kilisesi’nden (http://www.degisti.com/index.php/archives/1733 ) sonra İstanbul’un en eski Ermeni kilisesidir. Bugünkü neoklasik üsluptaki yapı, Mimar Bedros Nemtse tarafından inşaa edilmiştir.
İnciciyan’a göre yapı Bizans zamanında “Hagia Panahagia Peribleptos” ya da “Samatya Manastırı” adıyla bilinmektedir. Yapının geçmişi İmparator Büyük Konstantin’in annesi azize Helena’ya kadar uzanmaktadır. Azize Helena bilindiği gibi, oğlu üzerindeki nüfuzu sayesinde hem Konstantin’in Hristiyanlar üzerindeki baskıyı kaldırmasına, hem de bir rivayete göre açıkça ifşa etmese de, Hristiyanlığı gizliden gizliye kabullenmesine vesile olmuştur. Azize, Hıristiyanlarca mukaddes topraklara da uzanarak, aralarında Hz. İsa’nın gerildiği çarmıhın da bulunduğu bazı kutsal kalıntıları bulmuş ve bunları İstanbul’a getirtmiştir. Helena, söz konusu ziyaret sonrasında şehre Samatya kapısından girmiş ve Kudüs’de kutsal haçın gömülü bulunduğu toprakta yetişmiş çiçekleri “kastria” adı verilen saksılar içinde Peribleptos manastırının arazisine dikmiştir. Bundan dolayı manastır, “Kastria Manastırı” adıyla da tanınmıştır.
Söz konusu yerde 1031 yılında Doğu Roma imparatoru III. Romanos tarafından bir kilise inşaa edilir. Kilise, devrin kaynaklarında Ayasofya’dan (http://www.degisti.com/index.php/archives/5873) sonraki en büyük ve en güzel mabet olarak adlandırılır. Bu durumun en temel nedeni III. Romanos’un Hz. İbrahim’in Kudüs’teki “Büyük Mabed”i ya da Justinyanus’un “Ayasofya”sı ile yarışacak olan bir tapınak inşaa etme tutkusudur. İmparator, inşaat alanının önüne bir çadır kurdurduğu gibi tahtını da buraya taşıtır. Özel yaşamında çok dindar olmayan imparator, toplum içinde dindar bir idareci profili çizmeye çalışır. Bu uğurda hazine gelirlerini tutkusu Peribleptos Kilisesi’ne akıtmaktan çekinmez.
Makedonya hanedanının son imparatoru VIII. Konstantin, geride bir erkek çocuk bırakmadan ölmüş, ölmeden kısa bir süre önce de güvendiği komutanlarından Romanos Argros’u kızı Zoe ile evlendirmiş, Romanos da böylelikle imparatorluğa yükselmiştir. III. Romanos tahta geçtikten kısa bir süre sonra Zoe’yi aldatmaya başlamış, Zoe de saray hareminde görevli olan hadım İonnes’in kardeşi Mikail ile yakınlaşmış ve sonuçta bu üçlü elele vererek III. Romanos’u düzenledikleri bir komplo ile ortadan kaldırmışlardır. Ertesi günü Zoe’nin aşığı, “IV. Mikail” olarak tahta çıkarken, imparatorun cenazesi de hazırlanarak kendi inşaa ettirmiş olduğu Peribleptos Manastırı’nda toprağa verilmiştir. Sonuçta tarihçi Mikail Psellos’un da dediği gibi; “imparatorun manastır için harcadığı bunca para ve emeğe karşılık, sadece defnedilecek kadar ufacık bir yeri kendisine yaramıştır”.
Sonraki yıllarda imparator III. Nikephoros Botaniates, I. Aleksios tarafından tahtı terk etmeye zorlanınca kendini bu manastıra kapatmış, ömrünün geri kalan kısmını bir keşiş olarak geçirdikten sonra burada gömülmüştür. 1204 yılındaki Latin işgali sırasında Venedikliler tarafından yağmalanıp, içindeki değerli eşyaların çoğunun Venedik ve Fransa’ya kaçırıldığı kilise, şehri geri alan son İznik imparatoru VIII. Mihael Paleologos tarafından onarılmış ve tekrar hizmete açılmıştır. 1402 yılında yıldırım düşmesi sonucunda tahrip olup sonrasında tamir gören manastıra, 1422 yılında İmparator III. Manuel sığınmıştır.
Osmanlı döneminde ise kilise gayrimüslim cemaatler arasında el değiştirecektir. Fetih öncesinde İstanbul nüfusunda ciddi kırılmalar yaşanmış ve şehir nüfusu 30-50 bin civarına kadar düşmüştü. Fetih sonrasında Osmanlılar, şehri şenlendirmek amacıyla farklı bölgelerden Müslümanları şehre getirtmiş ve bazı Ortodoks mabedlerini camiye çevirerek onlara tahsis etmişlerdi. Osmanlılar sadece Müslümanları değil, Gregoryen Ermenileri, Karamanlı Rumları ve Yahudileri de şehirde belli bölgelere iskan etmişlerdi. İşte bu çerçevede Karaman bölgesi Ermenilerini de Samatya’ya yerleştirilmiştir. Başlangıçta bu civardaki ağaçlık bir alanda çadırlar içinde ikamet eden Ermeniler, zaman içinde bölgede bin haneli bir nüfusa ulaşmışlardı. Onların ikamet etttikleri yerin yakınlarında bulunan kilisenin Ermenilere verilmesinden dolayı Rumlar ile Ermeniler arasında bir takım olaylar meydana gelmiş bu yüzden yapı “Kanlı Kilise” adı ile anılmıştır. Yaşanan tüm olaylardan sonra yapı, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Ermeni cemaatine verilmiştir. Kilisenin Ermenilere tahsis edilmesi hususunu Pamukciyan, özellikle İstanbul Ermeni cemaatinin kuruluşuyla ilişkilendirmektedir.
Manastır cemaat tarafından zaman içinde genişletilerek üç bölümlük bir kilise haline getirilmiş, her bölüme de bir azizin adı verilmiştir.Bu bölümlerin tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmese de Eramya Çelebi kilisenin 1660’daki yangında kısmen harap olduğunu, 1722 yılında Kudüs Ermeni patriği Kirkor’un ve İstanbul patriği Bitlisli Hovannes Golod’un girişimleri ile tamir olduğunu söylemektedir.
Kilise 10 Ağustos1782’de çıkan yangında yanmış, ancak 1804 yılının ortalarında yeniden inşaa edilmiştir. Bu yangın sırasında Bizans imparatoru Mihael Paleologos zamanından kalma mozaikler de yok olmuştur. 1866 yılında çıkan büyük Samatya yangında ise kilise, etrafındaki yapılarla birlikte harabe haline gelmiştir. Kilisenin son şeklini alan inşaat ise, cemaatin önde gelenlerinden Mikael ve Ovannes Agopyan kardeşlerin maddi katkıları ile gerçekleştirilmiştir. 8 Şubat 1887’de devrin Ermeni patriği I. Haratyun tarafından yapılan dinsel törenle kilise tekrar ibadete açılmıştır.
Sultan II. Abdülhamit zamanındaki büyük depremde duvarları hasar gören kilise, yeni baştan elden geçirilmiştir. Kilise I. Dünya savaşı sırasında Sırp esir askerlerin tutulduğu bir hapishane olarak kullanılmıştır. Cumhuriyet devrinde 6-7 Eylül olayları sırasında zarar gören kilise, sonrasında elden geçirilmiştir. 1993’de de eski Ermeni patriklik kilisesi olması hatırasına içine bir patriklik tahtı yerleştirilmiştir, ki söz konusu taht bugün de görülebilmektedir.
Kilisenin avlusunda da 1831’den beri eğitim faaliyetlerine devam eden Sahakyan Nunyan İlköğretim Okulu ve Lisesi yer almaktadır.
Surp Kevork Kilisesi, muntazam düzgün kesme taştan yapılmış, narteksli, doğu-batı ekseninde, 2 katlı bir yapıdır. Cephelerindeki tezyinat ile yapıya hareketlilik kazandırılmıştır. Plan şeması ilk yapılışında Bazilika tipinde olmasına karşılık sonradan yapılan ilavelerle Yunan haçı şekline dönüşmüştür. Ana giriş kapısı üzerindeki çan kulesi altındaki katlar ile tam bir uyum sağlar. Aşağıda kare, en üst bölümde yarı yuvarlak açıklıklara sahip olan kule, sivri bir örtüyle sonlanmaktadır. Bu kulenin iki tarafındaki simetrik çan kulesi şeklindeki kuleler, sadece dekoratif olarak yapılmıştır. Eski yapıdan kalan en kıymetli parçalardan biri demirden yapılmış,her kanadına kiliseye adını veren Aziz Kevork’un hayatından sahneler işlenmiş olan giriş kapısıdır. Naos tek nefli olup, duvarlara gömülü yarım kemerler, pilasterler ve üzerindeki korint sütunlarla zengin bir tezyinata sahiptir.
Koronun ve apsisin kuzeyinde vaftiz bölümü ve hazine odası, güneyinde mugannilerin ve rahiplerin giyim odaları yer almaktadır. Galeriye, batıda, kuzeyde ve güneyde bulunan merdivenlerle çıkılır.
Bizans dönemine dek uzanan geçmişiyle kilise, İstanbul’daki dini yapılar arasında önemli bir yere sahiptir.
Kaynakça:
E.Şarlak, İstanbul’un 100 Kilisesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş Yayınları,İstanbul 2010, s.54,55
Gezgindergi.com
Sanattarihi.com
Hurarsiv.hurriyet.com
coşkun üçüncü
samatya sahil meyhanelerinin hiç bir izi kalmamıştı. fakat burada bir tanesi görünüyor. samatya yalıları da. bu bir mucize fotoğraf benim için. nerdyse 60 yıldır böyle bir masnzaraya hasrettim. şimdi buradaki ”apartoman!”lar mimarisi koca kiliseyi bile görünmez kıldı.