Türk Ve İslam Eserleri Müzesi – İbrahim Paşa Sarayı
İbrahim Paşa Sarayı Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, Türk ve İslam Sanatı eserlerini topluca kapsayan ilk Türk müzesidir. 19. Yüzyılın sonunda başlayan kuruluş çalışmaları, 1913 yılında tamamlanmış ve müze, Süleymaniye Külliyesi içinde yer alan imaret binasında, 1914’de “Evkaf-ı İslâmiye Müzesi” (İslâm Vakıfları Müzesi) adı ile ziyarete açılmıştır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra ise “Türk ve İslâm Eserleri Müzesi” adını almıştır. Uzun süre Süleymaniye Külliyesi’ndeki imaret binasında yer alan müze, 22 Mayıs 1983’de Sultanahmet Meydanı’nın batısında yer alan, XVI. yüzyıla ait İbrahim Paşa Sarayı binasına taşınmıştır.
Pargalı Damat İbrahim Paşa (1493-15 Mart 1536), Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1523-1536 yılları arasında sadrazamlık yapmış olan Osmanlı devlet adamıdır. Bugün Yunanistan sınırları içinde kalan Parga yakınlarındaki bir köyde doğmuş, 6 yaşında İstanbul’a getirilmiştir. Kanuni’nin şehzadeliği sırasında Manisa’da onun maiyetinde bulunmuş, Kanuni padişah olduktan sonra onunla birlikte İstanbul’a gelmiş ve Osmanlı Devleti’nde çeşitli görevlerde bulunmuştur. 1523’te o zamanki usullere aykırı bir şekilde sadrazamlığa getirilen Pargalı İbrahim Paşa, 1524’te Kanuni’nin kız kardeşi Hatice Sultan ile evlenmiştir.
Irakeyn Seferi sırasında yaptığı bazı uygulamalar sebebiyle Kanuni’nin güvenini kaybetmiş, kimi tarihçilere göre, Kanuni’nin eşi Hürrem Sultan ve defterdar İskender Çelebi’nin kötülemelerinin de, bunda etkisi olmuştur. 15 Mart 1536 akşamı, Kanuni her zamanki gibi İbrahim Paşa’yla akşam yemeği yemiş, ertesi sabah İbrahim Paşa’nın cesedi sarayın önünde boğulmuş olarak bulunmuştur. Yaygın inanış, Hürrem Sultan’ın, padişah üzerindeki nüfuzu bakımından kendisine rakip olarak gördüğü için İbrahim Paşa’yı öldürttüğü, hatta bizzat kendisinin öldürdüğüdür.
Tarihlerin Topkapı Sarayı’ndan daha büyük ve görkemli olduğunu yazdığı, İbrahim Paşa Sarayı, XVI. yüzyıl Osmanlı mimarisinin önemli yapılarından biri olup, hipodromun oturma kademeleri üzerinde bulunmaktadır. Yapı, Sultan sarayları dışında, günümüze kadar gelebilen tek özel saraydır. Yapım tarihi kesin olmamakla beraber, bu saray Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1520 yılında, on üç yıl sadrazamlık yapan İbrahim Paşa’ya hediye edilmiştir.
İbrahim Paşa Sarayı ilk yapıldığında, dört büyük iç avlu çevresinde kurulmuştur. Osmanlı sivil mimarisindeki ahşap yapıların aksine, bu saray kesme taştan yapılmıştır. Sarayın ikinci avlusu yapının ağırlık noktasını oluşturmaktadır. Birinci avludan daha yüksekte olan ikinci avluya merdiven ve kapılardan girilmektedir. Avlunun batı duvarına Sultan II. Mahmut tuğralı 1831–1832 tarihli barok üslupta bir çeşme yapılmıştır. Bugünkü girişin üzerinde bulunan küçük köşkün, minyatürlerde görülen köşkün yerine, daha geç tarihlerde yapıldığı düşünülmektedir.
İkinci avlunun batı ve kuzey yönünde, zemin kat üzerindeki mekanlar tonoz ve kubbelerle örtülmüştür. Bunların içlerinde, ocakların da bulunduğu odalar ve revaklar vardı. Sarayın ikinci avlusunun güneyinde, sultanların At Meydanı’nda yapılan eğlenceleri seyrettikleri Divanhane bulunmaktadır. Burası yazılı kaynaklarda ve minyatürlerde görülen şahnişin olduğu yerdir. Son onarımlar sırasında yenilenmiştir. Bu bölümün duvarlarındaki izlerden, çini ile kaplı olduğu anlaşılmaktadır. Matrakçı Nasuh’un minyatüründe Divanhane’nin avluya bakan cephesinin ahşap sütunlu olduğu görülmektedir. Buradaki ahşap direkler, ahşap kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır. Divanhane ayrı bir kapıyla, kışlık( iç divanhane) ile de bağlantılıdır.
İbrahim Paşa Sarayı’nın üçüncü avlusu, ana cephenin sağındaki bugünkü Adalet Bakanlığı Arşiv Dairesi’dir. Bunun önüne XIX. yüzyılda Tapu ve Kadastro Binası yapılmıştır. Arkasındaki dördüncü avluda altta koğuşlar, üstte kubbeli revaklar ve kubbeli odalara yer verilmiştir.
Dördüncü avlu 1939’ da Adliye Sarayı’nın yapımı sırasında yıkılmıştır. Yüksek Mimar Sedat Çetintaş’ın çizimlerinden, iki katlı, revaklı olduğu ve revakların arkasında odalar bulunduğu anlaşılmaktadır. Nurhan Atasoy da,buradaki ince uzun binanın ahırlar olduğunu belirtmiştir. Atasoy, ikinci ve dördüncü avlular arasındaki boşluğu dolduran iki katlı, kemerli beşik tonozlu yapının, hazine ve batı ucundaki ikinci kata kadar çıkan merdivenin ,sarayın kulesine ait olduğunu ileri sürmüştür.
İbrahim Paşa Sarayı, pek çok düğün, şenlik ve kutlamanın yanı sıra, karışık dönemler ve isyanlara da sahne olmuştur. Saray, İbrahim Paşa’nın 1536’da öldürülmesinden sonra da aynı adla anılmış, başka sadrazamlarca da kullanılmıştır. Ayrıca kışla, elçilik sarayı, defterhane, mehterhane, dikimevi ve cezaevi gibi işlevler yüklenmiştir. Bir ara avlusu içerisine evler yapılmış, bir bölümünden askerlik şubesi olarak yararlanılmıştır.
Bugün müze olarak kullanılan bölüm, sarayın tüm Osmanlı minyatürlerinde ve Batılı sanatçıların gravür ve tablolarında karşımıza çıkan, büyük merasim salonu ve onu çevreleyen bölüm ile 2. avlusudur. Türk ve İslâm eserlerini bağımsız bir müzede bir araya getirme çalışmaları 1911 yılında başlamış,1914 yılına kadar devam etmiştir. Müze,Süleymaniye Külliyesi içinde yer alan imaret binasında, 1914’de “Evkaf-ı İslâmiye Müzesi” (İslâm Vakıfları Müzesi) adı ile ziyarete açılmıştır. 1924 yılında Evkaf Nezareti, özel bir kanunla kaldırılınca, müze, Evkaf-ı Umumiye Müdürlüğüne bağlanmış, 1926 yılında da zamanın Millî Eğitim Bakanlığına devredilerek adı “Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ne çevrilmiştir. Bu arada, bağımsız bir müze olmak niteliğinden çıkarılarak Topkapı Sayarı Müzesi’ne bağlı bir şeflik haline getirilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, korunma kaygısıyla buradaki eserler Topkapı Sarayı Müzesine ait eserlerle beraber Niğde’ye gönderilmiştir. Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğünün yoğun çalışmalarıyla, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, 1964 yılında yeniden müdürlük haline getirilmiştir. İbrahim Paşa Sarayı 1966–1983 yılları arasında onarılmış, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin yeni binası olarak bir anlamda yeniden doğmuştur.
Konusunda dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, 32.730 adet koleksiyonu ile İslâm sanatının hemen her döneminden ve her türünden seçkin eserlere sahiptir. Müzenin Ahşap Eserler Bölümü’nde, IX. ve X. yy.a ait Anadolu ahşap işçiliğinin yanı sıra, Anadolu Selçukluları ve Beylikleri dönemi eserleri ve Osmanlı Dönemi’ne ait bağa işlemeli, fildişi ve sedef kakmalı ahşap ürünler sergilenmektedir.
Keramik ve Cam Bölümü’nde, X. yy İslam cam sanatından örnekler, 1908–14 yılları arasında yapılan kazı çalışmalarında gün yüzüne çıkartılan keramik eserler ile mihrap ve duvar çinilerinden Konya Kılıçaslan Sarayı alçı süslemelerine kadar uzanan birçok sanat eseri sergilenmektedir.
Maden sanatı Bölümü’nde, Cizre Ulu Camii kapı tokmakları, burç ve gezegen sembolleri, ibrik ve dirhemler vb. önemli bir kolleksiyon oluşturmaktadır. Etnografya Bölümü’nde ise, uzun çalışmalar neticesinde bir araya getirilen etnografik ürünler sergilenmektedir. Bu bölümde sergilenen eserler arasında; göçebe toplumun günlük yaşamında kullandığı araç ve gereçler, kostümler, kilim tezgâhları, halı dokuma sanatı hakkında bilgi veren materyaller bulunur. Müzenin diğer bölümlerinde de, Türk İslam kültürüne ışık tutan nitelikli birçok eser; bilim, sanat ve kültürün bir arada verildiği görsel bir kompozisyonun ayrılmaz öğeleri olmayı başarmıştır.
Türk-İslam Eserleri Müzesi, yerli ve yabancı turistlerin, araştırmacıların, öğrencilerin ve sanatseverlerin yoğun ilgi gösterdiği İstanbul önemli müzelerinden biridir. Müze 1984 yılında, Avrupa Konseyi Yılın Müzesi Yarışması Jüri Özel Ödülü’nü, 1985 yılında da Avrupa Konseyi-Unesco tarafından çocuklara kültür mirasını sevdirme konusundaki çalışmalarından ötürü verilen ödülü almıştır.
Türk ve İslam Eserleri Müzesi Pazartesi günleri hariç hergün, kış sezonunda 09:00-17:00 saatleri arasında, yaz sezonunda 09:00-19:00 saatleri arasında ziyarete açıktır.Giriş ücreti 10TL. dir.
Türk ve İslam Eserleri Müzesi 20.12.2013 tarihine kadar ziyarete kapalıdır.
ayfer
Son sınıftayken burda derslerimiz olmuştu, öğrenirken eğlenirdik…
Bir de küçük bir ekleme yapmak istiyorum, okuduğumda üzülmüştüm, yitip giden her tarihi eserimize üzüldüğüm gibi,
“Adliye Sarayı’nın inşaatı sırasında birbirinden ilginç olaylar yaşanmıştı. Ayasofya’nın karşısında bulunan eski adliyenin 1933’te yanmasının ardından yeni bir bina yapılmasına karar verilmiş çalışmalar yıllarca sürmüş ve araya İkinci Dünya Savaşı girince ertelenmişti. Yeni Adliye Sarayı için 1949’da bir yarışma açılmış, yarışmayı dönemin ünlü mimarlarından Sedat Hakkı Eldem ile Emin Onat’ın birlikte çizdiği proje kazanmıştı. Fakat proje düşünüldüğünden daha hacimli çıkınca İbrahim Paşa Sarayı’nın bir bölümünün yıkılmasına karar verilmiş bu karar çok hararetli tartışmaların yaşanmasına neden olmuştu. Ama bu tartışmalar sarayın bir bölümünün yerle bir olmasına engel olamamıştı.”