Kanlıca
Kanlıca, Beykoz’da(http://www.degisti.com/index.php/archives/337), Anadoluhisarı(http://www.degisti.com/index.php/archives/15495) ile Çubuklu arasında, Emirgan’ın(http://www.degisti.com/index.php/archives/12486) karşısında yer alan semttir. Kanlıca’nın isminin nereden geldiği konusunda çeşitli rivayetler vardır. Örneğin, zamanın Osmanlı padişahlarından biri bir gün emir vererek, İstanbul’un havası en temiz semtinin bulunmasını ister. Havanın nasıl ölçüleceği konusunda ise vezirlerinden yardım ister. Vezirlerden biri, her semte kanlı et bulunan direklerin asılmasını ve en geç bozulan etin olduğu bulunduğu bölgenin, havası en temiz semt olacağını söyler. Sonuçta Kanlıca büyük arayla birinci olur ve padişah bu semte Kanlıca ismini verir.
Diğer bir rivayete göre; Kanlıca adının, eski zamanlarda kağnı arabası kullandıkları için kanglı olarak isimlendirilen bir Türk kabilesinden türediği söylenmektedir. Beykoz Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra, bu yöreye insanların Anadolu’dan kağnılarla gelmesiyle birlikte, önceleri “Kağnılıca” olarak adlandırılan semt, zamanla “Kanlıca” adını almıştır. Kanlıca, denize doğru küt bir çıkıntı meydana getirmektedir. Bu çıkıntı Bizans kaynaklarında, Phrixu Limen olarak adlandırılmaktadır. Bizans döneminde Elasos yada Olasos olarak anılan bu semtin, zengin toplum kesimlerinin itibar ettikleri bir yazlık mekan olduğu, tarihi kaynaklarda geçmektedir.
Kanlıca, tarihi ve doğal güzellikler açısından oldukça zengin bir yerleşimdir.Vapur iskelesi karşısında yer alan, Mimar Sinan’ın İskender Paşa Camii, Kanlıca’nın tarihi yapılarından biridir. Cami ile iskele arasında, İskender Paşa ve oğlunun birlikte yattıkları İskender Paşa Türbesi yer almaktadır. Kanlıca, yalıları ile de tarihsel bir kimlik kazanmıştır. Öyle ki; IV.Murat dönemi şeyhülislam’larından Bahai Efendi’nin yaptırdığı bir yalı nedeniyle Kanlıca Koyu, “Bahai Koyu” olarak da anılmaya başlamıştır. Bahai Efendi’nin Yalısı, 19. yüzyılda yanarak yok olmuştur.
Özellikle 19. yüzyıldan itibaren, önde gelen devlet adamları, yaz mevsimlerini Kanlıca’da geçirmiş ve devletin kaderi ile ilgili konularda bir çok önemli olaya burada karar vermişlerdir. Semtteki meşhur yalılardan biri de, Saffet Paşa Yalısı’dır(http://www.degisti.com/index.php/archives/16444).Bunların yanında, koyun sol tarafında yer alan Nuran ve Turan Barlas tarafından restore ettirilen Yağlıkcı Hacı Reşit Bey Yalısı, Rukiye Sultan Yalısı, Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı,Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı, Marki Recep Bey Yalısı, Zarif Mustafa Paşa Yalısı, Nuri Paşa Yalısı, Rıza Bey Yalısı ve Kadri Bey Yalısı, Kanlıca’nın tarihi değer taşıyan yapılarındandır.
Kanlıca birbirinden güzel çeşmeleri ile de ünlüdür. Bunlardan bazıları Berberbaşı Ali Efendi Çeşmesi, Dutdibi Çeşmesi, Halepli Çeşmesi, Kavacık Çeşmesi, Mahmud Aziz Bey Çeşmesi, Mehmed Said Efendi Çeşmesi, Orta Çeşme ve Baba Ali Çeşmesi’dir.
Kanlıca’nın önemli doğal güzelliklerinden biri, Fıstıklı yokuşundan körfeze inen alanda I. Mahmut zamanında kurulan ve padişahlar tarafından büyük ilgi gören Mihrabat Korusu’dur. Mihrabat Korusu’na, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılarak III. Ahmet’e armağan edilen Mihrabat Kasrı’nın adını verdiği iddia edilir. Ne yazık ki Mihrabat Kasrı yeniçeri isyanıyla bir hafta içinde yakılıp yıkılarak yok olmuştur. Mihrabat Korusu görkemli tarihine rağmen giderek küçülmüştür. Yahya Kemal’in gözlerden uzak saatler geçirmek için tercih ettiği Mihrabat Korusu, çeşitli yazar ve şairlere güzel manzarasıyla esin kaynağı olmuştur.
Kanlıca ile ilgili olarak, bir dönem çok güzel bir mesire yeri olan Kavacık’a da değinmek gerekir. Kavacık isimli mesire alanı,İmrahor Sadık Ağa ve Hüseyin Ağa tarafından kurulmuştur. Yerleşim, 1950 yılından sonra da Kavacık Mahallesi haline getirilmiştir. Otağtepe de Kanlıca’nın bir diğer tarihi bölgesidir. Yıldırım Beyazıt İstanbul’u kuşattığında otağ kurduğu yer, Otağtepe olarak adlandırılmış ve burada aynı isimle anılan bir semt kurulmuştur. Günümüzde Otağtepe’de, Tema Vakfı’nın geliştirdği Doğa Kültür Parkı bulunmaktadır.
Kanlıca’nın 17.yüzyıldan beri en çok yoğurdu meşhurdur. Özelliği, yoğurt yapımında kullanılan süt tozu ve üzerine konulan pudra şekeridir. Tarihi ve doğal güzellikleriyle Kanlıca, bugün de Beykoz’un gözde semtlerinden biridir.
Süheyl Açıkel
Merhaba,
1957 yılında Ablam Kanlıca’da Saatçi Tevfik Beyin ortanca oğlu Turhan Dirin’le evlenip, ilk fotoğrafta görülen İsmail Ağa ( o zamanki adıyla Yoğurtçu Şevket (Sipahioğlu)) ile ilerisindeki Yoğurtçu Sabri arasındakiyalıya gelin gidince benim de Kanlıca serüvenim başlamış oldu.
Yaz aylarında İskele Meydanı ve bitişiği Şevketin Yoğurtçu dükkanı tüm canlılığın merkeziydi. Akşam üzerleri orada buluşulur, sohbet edilir, yoğurt yenir,kahve içilirdi. Yoğurt Kanlıca sırtlarındaki mandralarda
yapılırdı. Tadının o kırlardaki otlarla beslenmiş ineklerin sütünden geldiğine inanılırdı,hakikaten de çarşı yoğurdundan çok farklı olurdu.
Yaz aylarının en büyük eğlencesi, gündüz genellikle Körfez’de sandaldan girilen deniz, her iki akşamda bir değişen, geçmiş vizyonun Batı filmlerinin gösterildiği bahçe sinemasıydı.Benim en büyük eğlencelerimden biri de gelen geçen transit gemilerin dalgalarının yoğurtçuda yarattığı paniği seretmekti.Tecrübeliler oturdukları yerde ayaklarını kaldırarak vartayı atlatırlardı, ama acemiler panikleyip ayağa kalkınca akşam ıslak ayakkabı ve çoraplarla eve dönerlerdi.
Sessizce, sadece kaptan kumanda çınçınlarının ve pervane köpüğünün sesi duyulan Şirketi Hayriye mirası,zarif buharlı gemiler, iskeleye yanaşır. Semtin bıçkın gençleri denizden gemiye tırmanıp üst güverteden suya atlarlardı. Hele Beykoz maç kazanmışsa maçtan dönen taraftarların şamatası etrafı çınlatırdı.
Yazın aksine kışın dingin bir hayat sürdürülürdü. Tek eğlence İstanbul Radyosu yayınları. Sabahları Çubuklu’dan gelen vapur, taş mektebe gelirken düdük çalar, eniştem kahvaltı sofrasından kalkıp iskeleye çıkardı.Vapurda herkesin yerinin belli olduğundan bahsederdi. Akşamları yine Eminönü’nden binilen vapurla eve gelinirdi.O zamalar
cumartesi günleri de işe inilir, öğleden sonraları Beyoğlu’nda buluşulup haftanın filmlerinden biri seçilirdi.
Kanlıca yalılarında hep mümtaz şahsiyetler otururdu. Ama o yıllarda en büyük dikkati Erol Simavi yalısı çekerdi. Erol Simavi Kanlıca’ya , Kanlıcalı gençlerin iş bulmasına çok büyük yardımları olduğunu duyardık.
Ramazan aylarında Mimar Sinan eseri olan İskender Paşa Camii dolardı.
Caminin ahşap son cemaat yerinin sonraki yıllarda ilave edildiği söylenir. Ezanı yaşlı müezzin bizzat minareye çıkarak okur, bazen belki sesi duyulurdu.
Bir yaz Zeki Müren Körfez’deki yalılardan birisini kiralamıştı ve
kriskraftı (rürat motoru) ve bodi gardlarıyla sık sık yoğurthanelerin önüne bağlanırdı.Sonradan Şile’de ev aldığını duyduk.
Bir dönem böyle geldi,geçti.Sevgiyle kalın…