Çiçek Pasajı
Ahmet Ümit, Beyoğlu Rapsodisi adlı romanında: “Grande Rue de Pera, Cadde-i Kebir, İstiklal Caddesi ya da Beyoğlu nasıl adlandırılırsa adlandırılsın burası her gün, her an değişen yeryüzünün en büyük tiyatro sahnesi gibiydi” diye anlatır daha doğrusu Selim’e böyle anlattırır Beyoğlu’nu…Roman kahramanları Selim, Kenan ve Nihat birlikte arşınlar Beyoğlu’nun gizemli sokaklarını…İmroz Meyhanesinden, Hacı Abdullah Lokantasına, Surp Asdvadzadzin Kilisesi’nden Hüseyin Ağa Camii’ne, Rumeli Han’dan Çiçek Pasajı’na… Beyoğlu’na ait neredeyse tüm mekanlara girer çıkar bu üç kafadar.
Belki de bu kitabı okuduktan sonra daha bir dikkat kesildim Beyoğlu’na. İstiklal Caddesi’nin kalabalığı bambaşka göründü gözüme ve elbette eşine benzerine rastlanmayan muhteşem binaları. Siz de insanların telaşlı koşturmacasından, alışveriş vitrinlerinden gözünüzü ayırıp biraz da ona bakın. Mesela Çiçek Pasajı’nın önünden geçiyorsanız şöyle bakın, uzun uzun izleyin, berbat yapılaşmanın kol gezdiği günümüzün İstanbul’unda gözünüzün pasını silin.
Beyoğlu’nun kendine özgü mimarisinin en güzel eserlerinden biri olan Çiçek Pasajı’nın yerinde 19.yy.’ın ortalarında Naum Tiyatrosu bulunuyordu. Pasajın arazisi o dönemde Mihail Naum Duhani adında Halepli bir Hıristiyana aitti. 1831 yangınında Naum’un burada bulunan evi kül oldu. Yangından sonra ünlü İtalyan İllüzyonist Giocanni Bartolomeo Bosca, bu araziyi sahibinden kiralayarak ahşap bir yapı yaptırdı: “Bosca Tiyatrosu”
1839’da Tanzimat ilan edilmiş, Bosca’da tiyatrosunu kurmak için dönemin padişahı Abdülmecit’ten ferman almıştı. 1844’den sonra arazinin sahibi olan Naum, tiyatro yönetimini Bosca’dan alır, bir takım onarımlar yapar ve tiyatro artık “Naum Tiyatrosu”dur. Salon tam bir İtalyan Operası biçimindeydi. Kat kat locaları vardı. İtalyan Tiyatrosu olarak da anılan Naum Tiyatrosu’nun ilk izleyicileri yabancı dil bilen Hıristiyanlardı. Ancak zamanla daha geniş bir izleyici kitlesinin beğenisini kazanmayı başardı.
Ahşap olan tiyatro binasının 1846’da Beyoğlu’nda çıkan büyük yangında tamamen yanması üzerine İtalyan mimarlar Gapare ve Gusappe Fossatti Kardeşler tarafından hazırlanan projeye göre yeniden inşa edilir. Yapının tamamen ahşap olan iç tezyinatı da İtalyan sanatçılar tarafından gerçekleştirilir. 1500 kişilik tiyatronun planı 3 ana bölümden oluşuyordu. Cadde üzerinde kolonadlı (birbirlerine düz kirişlerle bağlanan kolon dizisi) bir giriş hacminden ulaşılan kare planlı bir fuaye (giriş alanı, bekleme salonu), at nalı biçimli üç loca katı ile sınırlanmış geniş bir parter (sahnenin bulunduğu kat) ve geniş sahne. Bu düzenleme de giriş bölümü 2 kat, parter ve sahne bölümleri de 4 kat yüksekliğinde yapılır.
Tiyatro bu haliyle 4 Kasım 1848’de Verdi’nin Macbeth Operası ile tekrar açar perdelerini. Sultan Abdülmecit ilk kez, 9 Şubat 1849’da kendisi için inşa edilen imparatorluk locasında Guatelli’nin sahneye koyduğu Donizetti’nin Linda di Chamounix adlı operasını Angela Mariani yönetiminde izler. Temsil sonunda Abdülmecid, tiyatro yöneticilerini locasına çağırır ve hediyelere boğar. Ayrıca sanatçılar arasında paylaştırılmak üzere elli bin kuruş bağış yapar. Bu tarihten sonra ise sanatçıların sarayda konser vermesini isteyecektir.
Abdülmecit’in Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nu yaptırmasında başrol Naum Tiyatrosu’nun ve bu operanındır kuşkusuz. 1853’deki yangın sonucu yine yanan tiyatro, İstanbul’daki yabancı elçilikler ve Sultan Abdülmecit’in yardımlarıyla Mimar Smith tarafından eski formunda kagir olarak yeniden yapılır. Ne var ki 1870 yangını sonucu kül olur tiyatro. Aynı yerde yeniden yapılmak istenirse de bunun sonu gelmez. Bugün tiyatrodan kalan tek hatıra, bulunduğu sokağın adıdır: “Sahne Sokağı”
Dönemin ünlü bankerlerinden Hristaki Zografos Efendi, tiyatrodan kalan boş arsayı alır ve mimar Cleanthe Zanno’yu görevlendirerek, orijinal adı Cité de Pera olan bu çarşıyı yaptırır. Sene 1876’dır.İstiklal Caddesi ile Sahne Sokağı’nın her ikisine birden açıldığı için geçit (pasaj) niteliğinde olan bu yeni yapı, cadde üzerindeki dükkanları, iç dükkanları, konut ya da muayenehane veya yazıhane olarak kullanılan daireleriyle (toplamda 24 dükkan, 18 daire) üç bölümden oluşuyordu.
Maison Parret ve Vallaury’nin pastanesi, Nakumara’nın Japon mağazası, Dulas’ın Natürel çiçekçisi, Schumacher’in hamur işleriyle ünlü fırını, Yorgo’nun meyhanesi, Keserciyan’ın terzihanesi, Acemyan’ın tütüncü dükkanı, Hristo’nun kafesi... pasajın ilk 30 yılı içerisinde faaliyete geçen önemli dükkanlarından birkaçıydı sadece.
Hristaki Pasajı olarak da anılan bu pasaj, 1908’de el değiştirince yeni sahibinin adıyla da anılmaya başlar. “Sait Paşa Pasajı”. 1930’larda çiçek mezatlarının burada yapılmaya başlamasıyla da Çiçek Pasajı adını alır. Pasajda var olan çiçekçi sayısı bu tarihlerde daha da artar. Yine aynı yıllarda cadde üzerindeki Degüstasyon Lokantası binanın içine bakan kapalı kapılarını yazın açarak buraya masalar koyar. Bu, pasajda meyhane ve birahane dönemine ilk adımın atılışıdır. Degüstasyon Lokantası’nın bu buluşu rağbet görmeye başlayınca Vallaury’nun Pastanesi, Nektar Birahanesi gibi mekanlar aynı uygulamayı yapar.
1950’lerde çiçekçiler yandaki sokağa taşınır birer birer. Ve yeni yeni meyhaneler açılır pasajda. 1950’lerin sonunda ise pasaj neredeyse bütünüyle bugünkü kimliğine bürünür. Tabi günümüzden farklı detaylarda yok değildir hani. Beyoğlu Rapsodisi’nde bu farklılık şöyle yer bulur: “Beyoğlu henüz bu kadar kirlenmemişken, henüz bu kadar karışmamışken, henüz eski İstanbul’un aykırı bir parçası iken sanatçıların, şairlerin uğrak yeriymiş”
102. yaşını kutladığı 1978 yılının baharında, yıllara yenik düşer yorgun bedeni ve aniden çöküverir. Yeniden misafirlerini ağırlamak içinse 10 yıl bekleyecektir. 1988’de pasajı kurtarmak için kurulan dernek ve belediyenin girişimiyle onarılarak yeniden hayat bulur. 2005 yılı Aralık ayında ise, son bir bakımdan daha geçer.
Ana yapım malzemesi taş olan yapının ön yüzüne gösterişli bir cephe mimarisi hakimdir. Cepheyi ortadan ayıran görkemli kapısı, heykel ve kabartmalarla bezelidir. Kapının üst tarafında, en üst katın orta bölümünde bulunan saate eklenmiş insan başı ilgi çekici bir detay olarak çıkar karşımıza. Cephedeki pencerelerde yer alan bozulmuş korint başlıklarının yanı sıra meyve salkımları ve pencere alınlarındaki yapraklar bir diğer ilgi çekici detaylar arasındadır.Bina, girişle beraber 3 katlıdır. İstiklal Caddesi üzerindeki ana girişi, Sahne Sokağı’ndaki tali girişe bağlayan ve birbirini kesen 2 koridordan oluşan tonoz örtülü geniş geçidin her iki yanında dükkanlar sıralanır.
Mimarisindeki hareketlilik ve süslemelerindeki yoğunlukla bina, 19.yy. Eklektisizminin (Seçmecilik) güzel bir örneğini oluşturur hiç kuşkusuz ve elbet Beyoğlu’nun, İstiklal Caddesi’nin en güzel yapılarından birini…
Yine dönersek Beyoğlu Rapsodisi’ne: “…Ancak tıpkı İstanbul gibi, tıpkı Beyoğlu gibi kendi rengini, kokusunu, kimliğini yitirerek bir turist çekim merkezi haline dönüşmüştür.” der Selim, Çiçek Pasajı için. Öyle midir? Ona da siz karar verin.
Yazar: Ayfer İlter
Adminden Not: Bu yapıyı çok seviyorum. Tiyatro olarak kalabilseydi keşke…Ya da içinde çiçekçilerin,fırınların,kafelerin olduğu döneme geri dönebilseydi…Neyse, tümden ortadan kalkmadığına şükür. Eline sağlık Ayfercim.
Kaynakça:
A.Ümit, Beyoğlu Rapsodisi, İst.2010, Everest Yay.,s.72,323
C.Can, “Naum Tiyatrosu”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,VI, İst.1994, s.52-53
E.Aracı, Naum Tiyatrosu, İst.2011 (YKY Yay.)
E.Ulu, “19.yy.’da Hareketlenen Müzik Yaşamı İstanbul’da İlk Opera Etkinlikleri”, İstanbul Dergisi,IV, 1993, s.132-38
G.Akçura, Müzik Yazıları, Kişisel Blog
P.Aykut, “Çiçek Pasajı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,III,İst 1994,s.
Linkler:
Tarihiçiçekpasajı.com
arzuilter
Çok güzel bir yazı. Seninle istanbul’u gezerken bu bilgileri senden dinlemekte benim için büyük bir keyif. Senin ve arkadaşlarının engin bilgilerinizden faydalanacağım böyle bir sitenin olması beni çok sevindirdi. Emeğinize sağlık (: