Şehzade Camii Külliyesi
Haberi duyduğunda Estergon Seferi’nden dönüyordu Sultan Süleyman. Edirne’deydi, keyfi yerindeydi. Nasıl olmasın ki yaklaşık 7 ay süren sefer, Estergon ve Belgrad kalelerinin alınması, Akdeniz’de de Barbaros’un Nice zaferleriyle sonuçlanmıştı.
Haberi duyduğunda inanamadı Sultan Süleyman. Gözünün nuru, kendinden sonra tahta geçmesini istediği kıymetlisi, en sevdiği oğlu yoktu artık. Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan olan ilk oğluydu Mehmet. Hassas bir bünyeye sahipti, kırılgandı, müzikle ilgilenirdi. Sık sık hastalanırdı ve son hastalığı henüz 21 yaşındayken alıp götürdü onu bambaşka diyarlara. Tarihler 6 Kasım 1543’ü gösteriyordu.
Rivayet odur ki haberi alan Sultan Süleyman, hızla uzaklaşmış bulunduğu yerden, gördüğü bir kuyunun yanına giderek, kuyuya haykırmış hüznünü, kana kana ağlamış kimselere göstermeden…
“Dilber oldur ey Mehemmed hışm idince aşıka. Boynuna bende eylerüm zülf-i hümayunum diye. Şehzadeler güzidesi Sultan Mehmedim” dizelerini yazmış oğlunun ardından “Muhibbi” mahlasıyla şiirler yazan Süleyman.
İstanbul’a döner dönmez şehzadesinin cenazesini de getirtmiş Manisa’dan. Beyazıt Camii’nde İstanbul halkıyla beraber namazını kılıp yollamış şehzadesini son yolculuğuna yüreği parça parça. Ve bugün türbesini gördüğümüz yere gömülmüş şehzade.
Sultan Süleyman çok sevdiği oğlunun hatırasını en güzel biçimde yaşatmak için ustaların ustası Mimar Sinan’ı görevlendirmiş tez elden. Sinan, sonradan çıraklık erserim dediği Şehzade Camii ile türbe, medrese, imaret, tabhane (misfirhane), mektep, kervansaray ve muvakkithaneden ibaret külliyeyi yapmaya başladığında 54 yaşındaymış.
1544 – 48 yılları arasında 4 yılda tamamlanan külliyenin ilk inşası ile ilgili, yapımına şehzadenin ölümünden hemen sonra başlandığı görüşünün yanı sıra muhtemelen sultan adına yapımına başlanan ve temeli yer üstüne çıkmış olan caminin kıble tarafına Şehzade’nin getirilip gömülmesinden sonra ise Şehzade Mehmet adına tamamlandığı görüşü gibi farklı düşünceler bulunmakta.
Yapımına başlanma zamanıyla ilgili tüm kuşkulara karşın gerçek olan bir şey varsa o da Şehzade Mehmet adına inşa edilen bu muhteşem abidevi eser, şehzadeler adına yapılmış en büyük eser olduğu gibi, Sultan Süleyman’ın oğluna duyduğu derin sevginin de görkemli bir ifade ediliş yoludur adeta…
Bulunduğu semte adını veren bu muhteşem külliyeyi Beyazıt’ı Edirnekapı’ya bağlayan ana cadde üzerinde görürüz. Karşı caddesinde yer alan İstanbul Büyükşehir Belediye binası ile komşudur bugünlerde.
Güneydoğu, güneybatı, kuzeybatı ve batıdan dört girişi olan bir dış avlu ile çevrilidir cami. En büyük girişi batıda camiye göre uzak diyagonal üzerinde açılmış. Sıbyan mektebi, imaret, tabhane-kervansaray ve medrese ise bu avlunun dışında.
Külliyenin ana yapısı olan cami’de yarım kubbe problemini ilk defa ele alan Sinan, Ayasofya ve Beyazıt Camii plan şemalarını aşarak 4 yarım kubbeli ideal bir merkezi yapı meydana getirmiş ve böylelikle kendisinin olduğu kadar Rönesans mimarlarının da bir rüyasını gerçekleştirmiş. Şehzade Cami ile birlikte Sinan, kendi üslubu ile yepyeni bir abidevi mimarinin de yolunu açmıştır artık. Bu yol da en üst noktaya ulaşmak da ona nasip olacaktır yine.
Dış avludan geçerek ulaştığımız camide bizi önce 12 sütun üzerine, 16 kubbe ile örtülü, revaklı avlu karşılar. Bütün kubbeleri aynı büyüklükte ve yükseklikte olan bu avlu, Beyazıt Camii avlusu ile birlikte Osmanlı mimarisinin en dengeli, en güzel avlularından biridir hiç kuşkusuz. Avlunun ortasında gördüğümüz 8 mermer sütun üzerine sivri kubbe örtülü şadırvan ise IV. Murat dönemine ait.
Avlu ile caminin birleştiği köşelerin dışında ikişer şerefeli iki minare yükselir ki geometrik ve stilize edilmiş bitkisel öğelerle süslü bu minarelerin Sinan’ın tasarladığı en görkemli minareler olduğunu söyleyebiliriz.
Camiden içeri girdiğimizde 4 paye üzerine 19m çapında kubbe, 4 yarım kubbe ve köşelerde birer küçük kubbe ile örtülü kare biçimindeki ibadet mekanını görürüz. İki yanda yan sahınlar yerine dış galerilere yer verilmesi, yapı kitlesine ayrı bir ifade sağlamış.
Üzerinde kitabesiyle mukarnas yaşmaklı mihrabı ve geometrik şekillerle süslü minberi mermerden. Kenarlarda ikişer mermer, ortada 4 ağaç direğe oturmakta olan Hünkar mahfili bir köşesi ile duvar payelerine yaslanmakta olup korkuluklarla çevrili. Bursa kemerli müezzin mahfili de mermerden.
Sinan’ın bundan sonraki eserlerinde göremeyeceğimiz süsleme detaylarıyla doludur cami. Adeta Şehzade Mehmet’in sanata olan düşkünlüğünün göstergesi misali, ince detaylı korniş, friz tepelikler ve renkli taşlarla gençlik fışkıran bir etki sağlanmış. Kim bilir belki de Şehzade’nin yarım kalan gençliğidir anlatılmak istenen.
Caminin kıble duvarı tarafında yer alan Şehzade Mehmet Türbesi, şehzadenin ölümünün ardından büyük bir hızla inşa edilerek 1544 baharında bitirilmiş. Duvarları çinilerle kaplı ve pencereleri vitraylı olan türbede matem havasından ziyade adeta cenneti andıran renkli, sakin bir atmosfer yaratılırken Sultan Süleyman, oğlunu padişah görme isteğini onun sandukası üzerine ağaçtan bir taht koydurarak göstermiş. Burada Şehzade Mehmet’ten başka, kendisi gibi genç yaşta ölen kardeşi Cihangir’in, kızı Hümaşah’ın ve kime ait olduğu bilinmeyen birinin sandukaları bulunmakta. Şehzade türbesinin sol tarafında Rüstem Paşa’nın türbesi yer alır ki 1561 tarihli bu türbe de Sinan’ın eseridir. Dış avluda Bosnalı İbrahim Paşa, Şehzade Mahmut, Hatice Sultan, Fatma Sultan, Destari Mustafa Paşa türbeleri yanında anıtsal nitelikli mezar taşları da vardır. Muvakkithane de Mustafa Paşa Türbesi’nin hemen yanındadır.
1546–1547 yılları arasında kuzey doğu duvarını oluşturacak şekilde inşa edilen medrese ise kubbeli revaklarla dikdörtgen bir avlunun üç tarafını çeviren yirmi oda ve güneyde kubbeli büyük bir dersaneden ibaret olup, 1950 yılından sonra kız öğrenci yurdu olarak da kullanılmış.
L biçiminde birleşen imaret ve tabhane de medrese camiin doğu duvarına dayalı. Bir dönem İstanbul Üniversitesi matbaası olarak da kullanılan, Şehzade Külliyesi’nin güney bölümünde bulunan tek kubbeli yapıysa, külliyenin Sıbyan Mektebidir. Giriş revağı bugün bulunmayan mekânın, pencere düzeni değişmiş ve depo olarak kullanıldığı zaman ocağı da kaldırılmış. Vefa Lisesi’ne giden yol üstünde yer alan Kervansaray; avlunun iki yanına dizili dikdörtgen odalardan oluşmakta.
Bir sultan ve sevgi yapısı olan külliye, tasarımıyla Osmanlı klasisizminin de başlangıcını belirlerken tarih boyunca pek çok deprem ve yangından da zarar görmüş, çeşitli tamirlerden geçmiş. 1912’den sonra türbeler, 1950’lerde cami ve medrese tamir edilirken 1990’larda yine cami ve minareler tamir görmüş. Günümüzde halen türbeler tarafındaki restorasyon çalışmaları devam etmekte.
Yolunuz düşerse uğrayın mutlaka ve açın kalp gözünüzü, Süleyman’ın oğlu Mehmet’e duyduğu derin sevgiyi göreceksiniz onun her bir taşında, çıraklığım dediği eserinde Sinan’ın ustalığını göreceksiniz. Ettiğiniz her dua, yüreğinizin en derinlerine işlenecek, sessizliğin sesini, huzuru duyacaksınız ve bambaşka bir gönül lezzetiyle oradan ayrılacaksınız.
Yazar: Ayfer İlter
Günümüz fotoğrafları Ayfer ilter’e aittir.
Kaynakça:
O.Aslanapa, Mimar Sinan’ın Hayatı ve Eserleri, Ankara 1988, s.14-24
O.Aslanapa, Türk Sanatı, İst.1989, s.254-56
D.Kuban, “Şehzade Külliyesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,VI, İst.1994,s.152-155
N.Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları 36 Osmanlı Padişahı, İst.1999, s.153
Linkler:
İBB Web sitesi
Fatih Müftülüğü Web Sitesi
istanbulkulturturizm.gov
wikipedia.org
ayfer
Kaç haftadır fırsat bulamamıştım gitmeye.
Bayram vesilesiyle buluşuyoruz yine
Sende ki huzur yok başka yerde…